Armut
Birbirimizin cinsel yönelimini sorgulamaya, belli sınırlarla tanımlamaya, kalıplara sokmaya sıkça eğilim gösteriyoruz. “Eşcinsel olduğundan/olmadığından nasıl emin oluyorsun?”, “Hiç karşı cinsiyetten biriyle deneyim yaşamadan eşcinsel olduğunu nasıl bilebilirsin?”, “Transsan neden eşcinselsin ki?” gibi soruları hem LGBTİ+’lar birbirine hem de heteroseksüeller LGBTİ+’lara sürekli soruyor. Bunların sadece cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği ifadelerini anlama, öğrenme çabasıyla sorulduğunu düşünmek isterdim ancak maalesef her zaman öyle olmadığını biliyoruz.
Bu tip sorular tabii ki belli bir öğrenme çabası içeriyor. Ancak, iş biseksüellere yöneltilen sorulara geldiğinde bir şeyleri belli kalıplar çerçevesinde algılama ve anlamlandırma eğilimi net şekilde ortaya çıkıyor. Belki de büyürken toplumun bize öğrettiği bir şey olduğu için bunu saptayıp değiştirmek o kadar da kolay değil. Detayları göz önünden kaldıran tanımlarla, kategorilerle, genelleme yaparak toplumu ve ilişkileri anlamak en kolayı gibi gösteriliyor. O genellemeleri aşmak hiçbirimiz için o kadar kolay olmuyor.
Biseksüellere yöneltilen soruların diğerlerinden daha zorlu bir anlama sürecinin de göstergesi olduğunu düşünüyorum. Genellikle biseksüellere yöneltilen sorularla görünür hale gelen kalıplara sokma içgüdüsü, eşcinselliğe dair var olan sorgulama ve önyargılardan biraz daha farklı. Birkaç biseksüel/panseksüel/bi+ bir araya gelip bize yöneltilen sorulardan, yorumlardan konuşmaya başladığımızda her birimizin en az birkaç kere duyduğu sayısız örnek dökülüyor ortaya. Bu soruları hepiniz biliyorsunuzdur zaten. Benim içinde bulunduğum sohbetlerde her zaman en ateşli şekilde tartışılanı meşhur “yüzde” sorusu olageldi. Hemen herkes benzer bir diyaloğu yaşıyor: “Ağırlığın hangi cinsiyete?”, “Kadınlar mı daha çok çekiyor erkekler mi?”, “Karşında şimdi bir kadın bir de erkek olsa hangisini seçersin?”, “Bir cinsiyete daha duygusal diğerine daha cinsel çekim mi duyuyorsun?”, “Seni de hiç kadınlarla/erkeklerle görmedik ama!” bombardımanını atlattıysanız -yani henüz bayılmadıysanız ve “Ay içim şişti ayol!!!” diye bağırmadıysanız- artık karşınızdakini komple rahatlığa kavuşturma (resmen orgazm anı) sorusuyla final yapıyorsunuz: “Yani, peki oranı ne???”
“Ruhumdaki potansiyel heteroluk miktarının eşcinselliğime oranını alıp dörtle çarp, onu da kuirliğimin kareköküne böl…” veya “Yattığım kadın ve erkek sayısını oranla, çıkan sonucu…” falan diye formüller versek herkes rahat edecek gibi.
Bir yönelimi anlamaya dair soru sormayı anlaşılır buluyorum elbet ama bu sorular cinsel yönelimin akışkanlığı diye bir şey sanki yokmuş; hatta olamazmış gibi soruluyor çoğunlukla. Sorular politik doğruculuk gözeterek sorulsun diye bir beklentim de yok, “yanlış” kelimeler veya ifadeler kullanılabilir; birlikte ve diyalog yoluyla öğrenmeyi keyifli buluyorum. Trajikomik olan sınırları belli, keskin, köşeli tanımlar istenmesi. Konuyu kadın-erkek ikiliğinden ileri görmek, diğer cinsiyetlerin de bi+ deneyiminin içinde olduğunu hatırlamak gerekiyor. Zevklerin, arzuların ve duyguların ifadesini devlet dairesinde matbu form doldurur gibi yapmaya zorlanmak can sıkıcı olmadığı zamanlarda bile en azından komik oluyor.
Heteroseksüel olmadığımı fark edişimi, kendime ve insanlara açılma sürecimi, yeni keşfettiğim duyguları ve arzuları tanıyana kadar geçtiğim yolları, sorgulamalarımı, sonunda kendimi bulduğumda yaşadığım rahatlama ve mutluluğu, hayatıma giren insanların her birinin ne kadar farklı olduğunu ve bu farklılıkların verdiği tatların içinde yüzmeyi, bir duygudan diğerine gezinmeyi nasıl basit bir rakamla anlatabilirim?
Nasıl en sevdiğim yemeğe, şarkıya falan karar veremiyorsam veya bunlar hayatım boyunca aynı kalmıyorsa “en çok ilgi duyduğum cinsiyet” diye bir tanım da yapmak istemiyorum. Üstelik, bir çok bi+ gibi cinsiyetlere değil kişilere ilgi duyuyorum. Bu yüzden bu soru daha da anlamsızlaşıyor benim için. İnsanların bizlere bunları sorduklarında amaçlarının kendimizi nasıl tanımladığımızı, neden bu şekilde tanımladığımızı anlamaktan çok, bizi kafalarındaki kutulardan hangisine yerleştirebileceklerini bulmaya çalışmak olduğunu hissediyorum. Yaşanan diyalogları asıl problemli hale getiren şey de bu. Önyargıları konuşalım, tartışalım, kimse kimseye “bu kadar temel bir şey de bilinmez mi?” demeden birbirimize soru soralım; kavramları ancak böyle anlar, meseleleri içselleştiririz. Ancak amaç sohbetin sonunda beni bir etikete hapsetmek olunca diyalog, konuştuğum kişinin bana karşısında mitolojik efsanelerden fırlamış bir yarı insan-yarı at varmış gibi bakmasından ileri gidemiyor.
Hâlâ pek çok insan Kinsey skalasının aslında sadece iki ucu varmış; geri kalanı A ve B noktası arasında giderken geçilen bir yol, hangisinde duracağına karar verene kadar veya kaybolduğunuz için dolaşılan bir yermiş gibi algılıyor cinsel yönelimleri. Biseksüelliği biraz daha “anlayabilenler” içinse Kinsey skalasının tam ortasında bir nokta var ama o öyle küçük bir nokta ki ayaklarınız mutlaka bir tarafa kayacağı için bir tarafa ağırlığınız olacaktır. Akışkanlık denen kavramı kabul ettiğini söyleyenler bile bazen “Bu akıntının yönü ne peki?” diye sormaktan kendini alamıyor. Arzularınızı, beğenilerinizi tek ve net bir şeyle tanımlamıyorsanız, keskin sınırlar çizmiyorsanız bir “karışım” gibi görülmeye mahkum ediliyorsunuz ve tabii sonuç olarak “Senin karışımın oranı ne?” sorusu geliyor; pilav tarifi ister gibi: “Valla şekerim ben 1 bardak pirince 2 bardak su koyuyorum ama dedikoduya gel! X 1,5 bardak koyuyormuş; pirinçleri daha sert seviyormuş!” İlla tarif isteniyorsa benimki belli: Göz kararı!
“Hetero/LGBTİ+ dünya” diye bir ayrımı camiada çok içselleştirdiğimiz için olsa gerek, insanlar istiyor ki “safımız belli olsun”, zihinlerinde bizi yerleştirmek için yeni yerler açmak zorunda kalmasınlar. Herkesin mutlaka duymuş olduğunu düşündüğüm o klasik cevabı kalkan gibi yanımda gezdiriyorum: “İlla ki rakamlarla anlayacaksan, illa ki yüzde istiyorsan %100 biseksüelim. Sana pilav tarifi gibi ölçü verecek değilim.” Keşke bu kadar somutlaştırarak anlamaya çalışmasak bunları. Duygular, arzular bu kadar yalınlaştırılıp somutlaştırılamayacak kadar uçsuz bucaksız ve çok boyutlu şeyler. Hissettiklerimi, yaşadıklarımı, iç dünyamı nasıl bu kadar basit, matematik formülü verir gibi açıklayabilirim ki?
Heteroseksüel olmadığımı fark edişimi, kendime ve insanlara açılma sürecimi, yeni keşfettiğim duyguları ve arzuları tanıyana kadar geçtiğim yolları, sorgulamalarımı, sonunda kendimi bulduğumda yaşadığım rahatlama ve mutluluğu, hayatıma giren insanların her birinin ne kadar farklı olduğunu ve bu farklılıkların verdiği tatların içinde yüzmeyi, bir duygudan diğerine gezinmeyi nasıl basit bir rakamla anlatabilirim? Bunları birer rakamla, sınıflandırmayla basite indirgemeye çalışmak duygularıma, arzularıma, hayatıma giren insanlara haksızlık değil mi? Konuyu “vajina mı?/penis mi?” veya “iri, kaslı vücut mu?/ yumuşak, kıvrımlı hatlar mı?” gibi bir maddeselliğe indirmek dünyayı çok sınırlı algılamak benim için. Boyama kitabı boyar gibi; belli bir düzene bağlı kalmaya mecbur değilim. Verili kurallara göre resmi renklendirip, çizgilerin dışına taşırmadan “kabul edilen” renklere boyamak zorunda değilim. Ben gökyüzünü yeşile, toprağı mora boyayıp onları ayıran ufuk çizgisini de bulutlarla örtüyorum. Arkasındaki çizgiyi bulmak için koşmaktansa bulutların üstünde gezinmek daha zevkli!
Bu yazı, daha önce LezBiFem’in çıkardığı Zeliş’te yayınlanmış metnin değiştirilmiş ve güncellenmiş halidir. (e.n)
Bu yazı da ilginizi çekebilir: Biseksüelliği Nasıl Bilirsiniz?